top of page

Türkiye’de HIV Aktivizminin Tarihi Bağlamı (Yazı dizisi, 1. Bölüm, 80'ler)

Güncelleme tarihi: 12 Ağu 2022


Sabancı Üniversitesi öğrencisi ve Kırmızı Kurdele İstanbul Gönüllüsü Beste İrem Köse’nin hazırladığı bu yazı dizisi, Türkiye’de kamuya duyurulmuş ilk HIV ile yaşayan kişi olan Murtaza Elgin’in yaşadığı HIV temelli ayrımcılıktan günümüzde HIV ile yaşayanların COVID-19 pandemisini nasıl deneyimlediğine kadar olan tarihi süreçte HIV aktivizminin oynadığı rolü ve sosyolopolitik bağlamını anlatmayı hedefliyor. 80’ler, 90’lar, 2000’ler ve 2010 sonrasına odaklanan dört ayrı yazıdan oluşan bu yazı dizisi, günümüz HIV aktivizminin tarihsel bağlamından kopuk olarak değerlendirilemeyeceğini savunuyor ve HIV temelli ayrımcılığa karşı koyarken, bu tarihin bizlere ışık tutabileceğini öne sürüyor. Bizce, HIV ile yaşayanlar, yakınları, hekimler, alanda çalışanlar ve konuyla ilgilenen herkesin kesinlikle okuması gereken bir yazı dizisi. İyi okumalar. www.kirmizikurdele.org #hivhakkindahersey

 

Yayına hazırlayan: Beste İrem Köse

Yayın tarihi: Haziran 12, 2022


(Türkiye’nin #hivbilgisi sağlayıcısı ve kaynağı www.kirmizikurdele.org ve @redribbontr sosyal medya hesaplarındaki #hivbilgisi içerikleri ve tüm içerikler KAYNAK GÖSTERMEK ŞARTIYLA herkesin paylaşımına açıktır. Alıntılarınızda www.kirmizikurdele.org'yi kaynak göstermenizi ve @redribbontr'yi etiketlemenizi rica ediyoruz. Bunlar dışında özel olarak izin sormanıza gerek yoktur.

 

Türkiye’de HIV Aktivizminin Tarihi Bağlamı -80’ler: HIV temelli damgalamanın inşası-



Dünya medyasında ilk olarak “Gay bağlantılı bağışıklık yetmezliği (GRID)” adlandırmasıyla kendine yer bulacak olan AIDS’in bir “kriz” olarak anılmaya başladığı 80’li yılları analiz etme çabasına girişmeden önce Türkiye’nin cinsel ve üreme sağlığı politikaları tarihinin önemli kırılım noktalarına göz atmak şarttır.


Türkiye’de HIV Aktivizminin Tarihi Bağlamı - Beste İrem Köse
Kırmızı Kurdele İstanbul I HIV hakkında her şey

1911 ve 1923 yılları arasında yaşanan 1. Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı ve çeşitli salgınlar sonucu yaşanan nüfus kaybını telafi etmek için hayata geçirilen ve doğurganlığı teşvik eden politikaların etkileri 1965 yılına dek sürmüştür.[1] Uygulanan kürtaj yasağı, evlilik yaşının düşürülmesi, ailelerin en az beş çocuk yapmaya teşvik edilmesi gibi politikalar anne ve bebek ölümü gibi sonuçlar verince doktorlar, akademisyenler ve sağlık alanında çalışan dernekler harekete geçerek birinci Beş Yıllık Kalkınma Planının nüfus artışını dengeleyici bir çizgide hayata geçmesinde rol oynamışlardır.[2]


Ancak anne ve bebek ölümlerinin anlamlı ölçüde azalması, önde gelen sağlık ve aile planlama derneklerinin 1983 yılında talebe bağlı kürtajın önünün açılmasını sağlamasıyla gerçekleşmiştir.[3] Türkiye’de cinsel ve üreme sağlığı politikalarında bu değişiklikler yaşanırken Amerika Birleşik Devletlerinde, ilk önce “5 genç homoseksüel erkekte” rastlandığı rapor edilen, ardından insan bağışıklık yetmezliği sendromu, yani AIDS adını alan sendrom hızla heteroseksüellerde de görülmeye başlamasına rağmen “gay kanseri” gibi yakıştırmalarla anılmaya başlamıştır.[4]




Takip eden yıllarda homofobik sağ grupların liderleriyle stratejik dirsek temasını sürdüren Reagan hükümetinin, 20.000’den fazla insanın hayatını kaybettiği 1987 yılına dek AIDS sözcüğünü dahi telaffuz etmemesi de şaşırtıcı değildir.[5] Bu yıllarda benzer bir kayıtsızlığı Türkiye’de de görmek mümkündür. Nitekim 1985 yılında Sağlık Bakanı Mehmet Aydın, AIDS’i bir “homoseksüel hastalığı” olarak tanımlamış ve Türk toplumunun gelenek görenekleri, dini değerleri, ahlak anlayışı ve aile değerleriyle bu hastalığa bağışıklığı olduğunu söylemiştir.[6] “Ahlaklı Türk toplumu” ve “ahlaksız Batı” arasında çizilen bu sembolik sınırın[7] yanı sıra, AIDS ile homoseksüelliği eşitleme çabası İstanbul Belediye Başkanı Bedrettin Dalan’ın 1985 tarihli şu açıklamasında adeta vücut bulmuş haldedir: “AIDS, Allah’ın eşcinsellere verdiği cezadır”.[8]




2 Kasım 1985’te Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan “İşte AIDS’li Türk” başlıklı haberle birlikte Murtaza Elgin, doktoru Hüseyin Sipahioğlu tarafından tamamen etik dışı bir şekilde ifşa edilmekle kalmamış,[9] kısa süre içinde mesleği ve evliliği gibi kişisel bilgileri kısa süre içinde basına servis edilmiş ve bir sansasyon malzemesi haline getirilmiştir.[10] Gazeteler Elgin’in homoseksüel ilişkilerde bulunmuş olabileceğini ima etmiş, hatta Hürriyet gazetesi Elgin için “Seks yapmayı bırakmalı” demiştir.[11] Almanya’ya gidecekken havaalanında tutuklanan ve zorla karantinaya sokulan Elgin nihayetinde Almanya’ya gidip HIV negatif olduğunu belgeleyen test sonuçlarıyla dönmüş ancak 1992 yılında AIDS ile bağlantılı fırsatçı bir enfeksiyon nedeniyle hayatını yitirmiştir.[12] Elgin’in cenazesi de, tıpkı yaşarken olduğu gibi şiddete maruz kalmıştır. Öyle ki, bir avuç insanın katıldığı cenazesi çinko tabuta konularak kireç kuyusuna gömülmüştür.[13] Elgin’in hem yaşarken ve hem de ölüyken deneyimlediği bu şiddet sarmalı, sağlıktan sorumlu kurumların ve halka doğru bilgiyi sağlamakla yükümlü olan medya kuruluşlarının bu sorumlulukları üzerlerinden bir çırpıda atarak HIV ile mücadeleyi bireylerin sırtına nasıl da kolayca yüklediğini ve HIV ile enfekte olanları birer suçlu gibi gösterdiğini gözler önüne sermektedir.




Nitekim doktor ve aktivist Muhtar Çokar da 1985 ile 1991 arasındaki dönemi başlıca aktörlerin medya ve hekimler olduğu bir “vesayet dönemi” olarak tanımlayarak bu dönemde HIV ile yaşayan öznelerin ön plana çıkamadığına dikkat çekecektir. Dahası, Çokar’a göre dönemin doktorları salgının sansasyonel yönüyle daha çok ilgilenmiş ve salgını önlemeye yönelik çabalar yetersiz kalmıştır.[14] 80’li yıllarda HIV ile yaşayan öznelerin sesini duyamamamış olmamızın arkasında yatan sebeplerden başlıca sebeplerinden bir tanesi de kuşkusuz 1980 darbesini takip eden baskıcı atmosferdir. Dernek faaliyetlerinin baskılandığı, siyasi partilerin siyasetten men edildiği, gösteri ve yürüyüşlerin büyük ölçüde kısıtlandığı bu dönemde HIV ile yaşayanlar tarafından kurulan herhangi bir sivil toplum kuruluşuna rastlanılmaması şaşırtıcı değildir.[15] Bu dönemde diğer coğrafyalarda yürütülen HIV aktivizmlerinin izini sürmek 1980 darbesinin Türkiye sivil toplumunu ne denli etkilediğini daha anlaşılır kılabilir.




Örneğin 1987 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde kurulan ACT-UP adlı HIV aktivisti grup sivil itaatsizlik, protesto ve sokak tiyatroları gibi yöntemler ile HIV ile mücadele tarihine damgasını vururken[16] Türkiye’de ACT-UP’ın yürüttüğü türden bir aktivizme neden rastlanamadığı çok açıktır.



Sonuç olarak 80’li yıllarda HIV temelli damgalamanın ve ayrımcılığın temelleri atılmış ve bu temeller kurumsallaşmış homofobiden açıkça beslenmiştir. Her ne kadar kürtajın yasallaşması gibi politikalarla dönemsel olarak kesişse de 80’lerde cinselliğin yalnızca heteroseksüel aile çerçevesinin içinde deneyimlenmesi gerektiği ve nihai amacının doğurganlık olduğu normu, hükümet, sağlık otoriteleri ve medya tarafından durmaksızın topluma aşılanmaya çalışılmıştır. Murtaza Elgin ve bugün adlarını bilmediğimiz HIV ile yaşayan diğer kişiler, bu toplumsal baskının yükünü sırtlanmak zorunda kalmış ve ayrımcılığın en keskin tezâhürleriyle karşı karşıya kalmışlardır.




Bugünden dönüp 1980’lere bakmak, Elgin ve diğerlerine yaşatılmış olan HIV temelli ayrımcılığın o günün sosyopolitik bağlamına ne kadar sıkı sıkıya bağlı olduğunu göstermesi açısından önemli olup bu ayrımcılık pratiklerinin günümüzdeki kalıntılarıyla mücadele etmemiz için bizlere ışık tutabilir.



(Türkiye’de HIV Aktivizminin Tarihi Bağlamı başlıklı yazı dizisi 90’lı yıllara odaklanan 2. bölümü ile www.kirmizikurdele.org ‘de devam edecek. )


















Kaynakça;


[1] Ayşe Akın & Funda Sevencan. Türkiye’de kadın sağlığının düzeyi ve aile planlaması uygulamalarının durumu, Türkiye Klinikleri Cerrahi Tıp Bilimleri Jinekoloji Obstetrik Aile Planlaması Özel Sayısı-I 2, no.13 (2006): 1-14.


[2] Ayşe Dayı. Neoliberal Health Restructuring, Neoconservatism and the Limits of Law: Erosion of Reproductive Rights in Turkey. Health and Human Rights 21, no: 2 (2019):58.


[3] Ayşe Akın. Emergence of the family planning programme in Turkey. In W.C. Robinson, J.A. Ross (Ed.), The global family planning revolution: Three decades of population policies and programs, (New York: The World Bank): 85-102.


[4] Chambré, Susan Maizel. Fighting for Our Lives: New York’s AIDS Community and the Politics of Disease (New Brunswick, N.J: Rutgers University Press, 2006). 1-2.


[5] Gould, Deborah B. Moving Politics: Emotion and ACT UP’s Fight against AIDS (Chicago: The University of Chicago Press, 2009), 354.


[6] “Örflerimiz AIDS’e karşı en iyi önlem” Cumhuriyet, 28 Ocak 1985; Turan, Alper. “Positive Space: A Curatorial Project on HIV/AIDS”. (Yüksek Lisans Tezi. Sabancı Üniversitesi, 2020), 33.


[7] Bayramoğlu, Yener. “Border Panic over the Pandemic: Mediated Anxieties about Migrant Sex Workers and Queers during the AIDS Crises in Turkey.” Ethnic and Racial Studies 44, no. 9 (2021): 1589–1606. https://doi.org/10.1080/01419870.2021.1881141.


[8] Turan, “Positive Space”, 33.


[9] Bayramoğlu, “Border Panic”, 1954


[10] Turan, “Positive Space”, 37-8.


[11] “M Raporu” Hürriyet, 8 Kasım 1985; Ibid., 38-41.


[12] Ibid, 42-45.


[13] Bayramoğlu, “Border Panic”, 1596.


[14] Güzel, D. AIDS’li İğne. Ankara: KAOS GL. 2020. 12.


[15] Çetin, Zülfükar. “Intertwined Movements, Interwoven Histories: HIV and AIDS in Turkey.” Disentangling European HIV/AIDS Policies: Activism, Citizenship and Health (EUROPACH) 17–001, no. 2. 13-15.


[16] Gould, Moving Politics, 4.


bottom of page