top of page

40 yıllık bir virüs 2500 yıllık yemini bozar mı?


 

Yayına hazırlayan: Arda Karapınar, Tedavi Aktivisti İlk yayın tarihi; 14 Mart 2018 Güncelleme: Kasım 2021

 

40 yıllık bir virüs 2500 yıllık yemini bozar mı? ya da HIV mi büyük Hipokrat mı?


Türkiye’de modern tıp eğitiminin başlangıç noktası olarak kabul edilen "Tıbhane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire" adlı okulun açılış tarihi olan 14 Mart (1827), aynı zamanda tıp bayramı olarak kutlanıyor. Türkiye’nin güvenilir ve en çok başvurulan HIV bilgisi sağlayıcısı Kırmızı Kurdele İstanbul olarak biz de, 1919 yılının işgal altındaki İstanbul’unda, tıp öğrencilerinin işgal kuvvetlerine bir tepkisi olarak ilk kez kutlanan tıp bayramının *99. yılını fırsat bilerek, hekimlik mesleğinin, tıp biliminin ve etiğinin tarihsel gelişiminin ulaştığı noktayı ve problemleri, tüm zamanların en büyük ayrımcılık gerekçelerinden olan HIV ve AIDS’e odaklanan bir perspektifte ele almaya çalıştık ve sorduk; 36 yıllık bir virüs 2500 yıllık yemini bozar mı? ya da HIV mi büyük Hipokrat mı? Gelin teorik yanıtıyla, uygulamadaki yanıtının çok farklı olduğu bu anlamlı soruya daha iyi bir yanıtın mümkün olup olmadığına hep birlikte bakalım. İyi okumalar. (Yazı ilk olarak tıp bayramının *99. yılı olan 2018 yılında yayınlanmıştır)

 

40 yıllık bir virüs 2500 yıllık yemini bozar mı? Ya da HIV mi büyük Hipokrat mı?

Önceliğin zarar vermemek -Hipokrat Hipokrat; Hekimliği mitolojiden, hastalığı doğa üstü güçlerin insanlara öfkesi fikri olmaktan kurtarıp, akılcı bir doğa bilimi durumuna getiren, tıbbın evrensel dehası. Aynı zamanda tıbbi etiğin de kurucusu olarak bilinen bu muazzam hekim, yaklaşık 2500 yıldır takdir ve derin minnetle anılıyor. Öyle ki, onun tıp biliminde, etiğinde ama en çok da insan hayatı üzerinde yarattığı, tarifi imkânsız dönüşüme duyulan saygı ve şükranın bir sembolü olarak yazılan ‘hipokrat andı/yemini’’ yaklaşık 2500 yıldır hekimlik mesleğinin rotasını belirliyor. Bilimsel tıbbi eğitimin ilk aşamasını tamamlayan genç hekimler, profesyonel meslek hayatına başladıkları, yani insan hayatına doğrudan müdahale ehliyeti aldıkları anda, tabiri caizse birer Hipokrat olmaya, hocaları, akademi ve insanlık huzurunda yemin ediyorlar. Ediyorlar etmesine de, peki her yemin gerçekten de bir Hipokrat ediyor mu? Hekimlik mesleği üyeleri arasına katıldığım şu anda, hayatımı insanlık yoluna adayacağımı açıkça bildiriyor ve söz veriyorum… Tıp bilimi diğer pozitif bilimlerden biraz farklı bir dal. Çünkü teorik bilginin yanı sıra pratik bilgi ve hata kabul etmeyen düzeyde yetenek de gerektiriyor. Bu açıdan, tıbbın bir bilim dalı olmanın yanı sıra zanaat yönü de olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bazı kaynakların ve özellikle antik dönem yazarlarının, tıp bilimini aynı zamanda bir san’at dalı olarak kabul etmelerinin sebebi bu. Hekim ise hiç kuşkusuz, tıp bilimi içindeki en kritik unsur. Tarihin akışının ve toplumsal dönüşümlerin doğal sonucu olarak tıp biliminin aynı zamanda bir ‘sağlık endüstrisi’ üretmiş olması, bu kritik unsuru geniş ve hayli dinamik bir etkileşim alanının merkezinde konumlandırdı. Ekonomik, politik, sosyal ve bireysel etkilere hayli açık olan bu etkileşim alanının iki öznesinden (hekim-hasta) biri olan hekimler, insan hayatına doğrudan etkileri nedeniyle, modern toplumsal yapının başrol karakterlerinden biri haline geldiler. Tam 2500 yıldır hekimliğin ilk adımı olarak okunan Hipokrat yeminin ‘hayatımı insanlık yoluna adayacağımı açıkça bildiriyor ve söz veriyorum’ cümlesi ile başlaması işte bu yüzden bir tesadüf değil, hekimin insan hayatını doğrudan etkiliyor olmasının en beklenen yan etkisinin, yani ‘tanrılaşmasının’’ önüne engel olarak bir başka temel kavramın koyulması olarak okunmalı; etik! …hocalarıma saygı ve gönül borcumu her zaman koruyacağıma, sanatımı vicdanımın buyrukları doğrultusunda dikkat ve özenle yerine getireceğime, hasta ve toplumun sağlığını baş görev sayacağıma, benden hizmet bekleyen kimselerin sırlarına saygılı olacağıma ve onları saklayacağıma… İskender Sayek(1) hekim kimliğini “zamandan ve yerden bağımsız, değişmez birtakım ögeler’’ taşıyan ‘’ kişisel kimliğin (cinsel, etnik, ulusal, dinsel ve ideolojik) ötesinde bir ’meslek kimliği’ ‘’ olarak tanımlıyor(2). İlk okumada oldukça basit gibi görünen bu tanım, aslında hekimlik meslek kültürün tanımına evrensel bir standart getiriyor. Bu standart, hekimlik meslek kültürü dendiğinde, cinsel, ulusal, etnik, ideolojik, dini vb. tüm bağlamlardan öte bir kültürel bağlamın da ifade edildiğini vurgular. Bu meslek kültürü, hekimin davranışlarında belirleyici bir etkiye sahip olmalıdır ve hekimin bilgi/yeteneğinin kullanımındaki yönelime dair etik bir güvence oluşturmalıdır.

Türkiye’nin en önemli tıp etiği uzmanlarından Nesrin Çobanoğlu(3)’nun ifadesiyle; ‘’Hekim kimliğini oluşturan ön koşul her ne kadar bilgi birikimi ise de, hekimin mesleğini uygularken ve sunarken benimsediği değer ve tutumlar da çok önemlidir(4)’’. Hekimlik meslek etiğinin neden önemli olduğu sorusuna verilecek yanıt ise basit ancak oldukça çarpıcıdır; Çünkü günümüzde hekimler haricinde hiç kimsenin bir başkasının sağlığı üzerinde üstelik yasal olarak uygulama gücü veya hakkı yoktur. Hipokrat andında ‘’hizmet bekleyen kimselerin sırlarına saygılı olacağıma ve onları saklayacağıma‘’ ifadesiyle vurgulanan bir diğer önemli nokta ise günümüzün modern sağlık sisteminde ‘’hasta mahremiyeti’’, ‘’Doktor- Hasta gizliği’’ gibi evrensel isimlerle kurumsallaşarak, tıp etiğinin ve meslek kültürünün temel öğeleri ve aynı zamanda temel sorun alanlarından biri olmuştur. Peki kağıt üzerinde mükemmel yanıtlar/çözümler bulduğumuz soru/sorunlara, ülkemizdeki bazı örneklerin verdiği cevaplar bu mükemmelliğe ne kadar yakınlar? …hekimlik mesleğinin onurunu ve temiz töresini sürdüreceğime, meslektaşlarımı kardeş bileceğime, din, milliyet, ırk, siyasi eğilim ya da toplumsal sınıf ayrımlarının görevimle hastam arasına girmesine izin vermeyeceğime… Gelelim tüm bu sorunların, en popüler mecburi muhatabı olan HIV ya da olgunun en genel tanımı olarak AIDS’e.

AIDS pek çok açıdan dünya tarihinin en yıkıcı faktörlerinden biri. Fakat, temelde sadece bir virüsü işaret eden ve ortaya çıktığı otuz altı yıl önce adeta bir ölüm fermanı olan bu terime yüklenen anlamlar, onu insanlık tarihinin en negatif olgularından biri yaptı. Öyle ki; zor, çetin ve ömür boyu sürecek bir eğitimin ilk adımını tamamlayan hekimlerin, başarmanın gururu ve insanlığa hizmet edecek olmanın coşkusuyla, duygusallaşarak, namusları üzerine içtikleri bir andı, saniyeler içinde unutturacak kadar negatif! Çok değil daha 2 - 3 sene önce, Diyarbakır Dicle Üniversitesi Hastanesinde, hamile bir HIV taşıyıcısının ameliyatının yarıda bırakıldığını, şaşkınlıkla ve başkası adına utanarak okuduk. Olayın bir benzerinin 2014 yılı Ağustos ayında, İzmir’de Ege Üniversitesi Hastanesinde ve son otuz yılda sadece Türkiye’de değil, Dünya’nın pek çok yerinde gerçekleştiğini de aynı şaşkınlık, kızgınlık ve utançla okuduk, dinledik, izledik. Alelade bir internet taramasıyla bile HIV pozitif bireylerin, hekimler tarafından maruz bırakıldığı yüzlerce hak mahrumiyeti, aşağılama örneği bulunabilir. Tedaviyi kesmek, tedavi etmeyi reddetmek, hastaya dokunmayı reddetmek, sevk kağıtlarının üzerine kalın kırmızı kalemlerle artılar koymak, ‘virüsü nasıl kaptın’ gibi sorular ya da ‘senin yaşam tarzında bu normal bir sonuç’ gibi yorumlar ve daha neler neler… Gelin bir an için yukarıda bahsettiğimiz örneklerdeki hekimleri önce büyük hoca Hipokrat’ın adıyla içtikleri andın şu bölümlerini haykırırken hayal edelim; ‘’sanatımı vicdanımın buyrukları doğrultusunda dikkat ve özenle yerine getireceğime, hasta ve toplumun sağlığını baş görev sayacağıma… hekimlik mesleğinin onurunu ve temiz töresini sürdüreceğime… din, milliyet, ırk, siyasi eğilim ya da toplumsal sınıf ayrımlarının görevimle hastam arasına girmesine izin vermeyeceğime…’’. Sizce de, hayal ederken bile duygusallaştıran bir tablo değil mi? Kendini insanlığa hizmete adayacağını ve bunu yaparken her kim ve ne olursa, ne yaşarsa, neye inanırsa inansın, insanı insandan ayırmayacağına onuru üzerine ant içerek beyan eden bir insan karşısında duygusallaşmamak imkansız. Peki aynı hekimleri (ve diğer tüm sağlık profesyonellerini de), bedenlerini yani yaşamlarını tamamen hekime emanet etmiş birinin ameliyatını yarıda bırakırken, bir hastaya dokunmayı reddederken, muayene ettikleri kişinin hastalığını bir çeşit dedikodu malzemesi haline getirirken hayal ettiğinizde neler hissediyor/düşünüyorsunuz? Bu soruya her biri uzun, sayısız cevaplar verilebilr. Fakat dilerseniz kısa bir cevaba yardımcı olması için Hipokrat andındaki, onun hayatı ve san’atındaki en temel öğeye birlikte odaklanalım. Yani, günümüzde evrensel bir bilim dalı olan tıp etiğinin temelini ve belki de tek kelimelik özetini yapan öğeye; vicdana! …insan hayatına kesinlikle saygı göstereceğime, baskı altında kalsam bile tıp bilgilerimi insanlık değer ve yasalarına karşı kullanmayacağıma, açıkça, özgürce ve namusum üzerine and içerim. Ant içmek/yemin etmek tüm insanlık tarihi boyunca en küçük gruplardan, kabilelerden, büyük kitlelere kadar, toplumun her aşamasında görülen bir sözleşme türü. Ve hiç kuşku yok ki bu sözleşmeye, kendi rızanızla (…özgürce…), bilinen en değerli şey üzerine (…insan hayatına…) ve insanlık için daimi bir yol göstericinin (…vicdanımın…) buyrukları doğrultusunda uyacağınızı söylediğinizde, ahlakınızla hasta arasına, ömrünüz boyunca vicdandan başka hiçbir şey koymayacak olmaktan bahsediyor olursunuz. Çünkü doğru ahlâki değerler, yani meslek etiği temeli üzerinde biriktirilmemiş bir hekimlik bilgisi, yukarıdaki örneklerin de ispatladığı gibi, bilginin sahibini tehlikeli bir insana dönüştürebilir. Ya Hipokrat yaşasaydı?

Hipokrat hala hayatta olsaydı, yukarıdaki ve benzeri örneklere tam olarak ne derdi bilemiyoruz. Ama özellikle de tıp bayramı gibi, çoğunluğun neden kutlandığını bile bilmediği bir bayramda onu, temsil ettiği değerleri, tıp etiğini ve 2500 yıldır eskimeyen Hipokrat andını tüm muhataplarına korkmadan, çekinmeden hatırlatan aktivistler olduğumuz için önce bizi tebrik edip, sonra da HIV’i anlamaya girişeceğinden neredeyse eminiz. Bugüne kadar hastalarından herhangi birini, vicdana aykırı herhangi bir gerekçeyle reddeden hekimlere ise tek bir önerimiz var; adıyla yemin ettikleri Hipokrat hayatta olsaydı ve onlardan, yeminlerine aykırı bu davranışlarını izah etmelerini isteseydi ne cevap verebilirlerdi onu düşünsünler! Eğer verebileceklerse... Mesleklerini etiğe ve vicdanlarına sadakatle bağlı kalarak sürdüren tüm hekimlerin ve sağlık çalışanlarının tıp bayramlarını yürekten kutlarız. www.kirmizikurdele.org #hivhakkindahersey #hivindogrusu

 

(1) İskender Sayek. Profesör Doktor. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastaneleri Genel Cerrahi Anabilim Dalı eski Başkanı, Tıp Fakültesi eski Dekanı, Emekli Öğretim Üyesi.

(2) İyi hekimlik ‘’İyi İnsan’’, http://tip.kocaeli.edu.tr/docs/iyi_hekimlik__kocaeli_2012.pdf

(3) Nesrin Çobanoğlu. Profesör Doktor. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Etiği ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı Kurucusu ve Başkanı

(4) Kuramsal ve Uygulamalı Tıp Etiği, Eflatun Yayınevi


bottom of page